8 Ekim 2022

Öğrencilerin Bireysel Hikâyeleri, Eğitimi Güçlendirebilir Mi?

Federico Ardila-Mantilla, 1977 yılında Kolombiya’da doğdu. İlgisiz bir öğrenciydi, derslerinin birçoğundan kalıyordu ama iş matematiğe geldi mi, çok parlaktı. Birinin tavsiyesiyle Massachusetts Institute of Technology’ye (MIT) başvurdu ve burslu olarak kabul edildi. 

Okuldaki profesörlerinden dili maşalı olmasıyla tanınan biri sınıfta kimsenin çözemediği matematik soruları soruyor, sonra öğrencilere haber vermeden onları ödev olarak notlandırıyordu. Bogotalı Federico, bu sorulardan birini çözdü. Ne kadar parlak olduğu bir kez daha kanıtlandı. Ardından MIT’de matematik dalında doktora yapmaya başladı.

Ne üniversitede ne de doktorada akademinin içinde başarılı bir sosyal hayatı olamadı. MIT dünyanın en iyi okullarından biri de olsa nihayetinde Amerika’da azınlık olmak zordur, hepimiz biliriz. Bir de yapısı gereği içe kapanık olunca, fakültede geçirdiği dokuz yılda yalnızca iki kere başkalarıyla beraber çalışmış. Matematikte birlikte çalışmanın, birlikte araştırma yapmanın ufuk açtığını bilmesine rağmen…

Daha sonra San Francisco State University’de profesör oldu ve bu yalnızlığının sebebini kendi öğrencilerinde buldu: Kadın, siyahi, hispanik ya da farklı azınlıklardan olan öğrencileri de izole edilmeye dair şeyler anlatıyorlardı. Bu araştırmalarla da kanıtlandı: Azınlıklardan olan STEM öğrencileri, beyaz erkeklerden daha başarılı olduklarında bile dışlanıyorlar. Bunu birebir yaşamış, o yaştayken sebebini çözememiş Federico, bu örüntüyü fark edince kolları sıvadı ve matematik kültürünü yeniden tasarlamanın yollarını aramaya başladı.

Değişim dilde başlar:

Sınıf ortamında kaba ve sert bir dilin kullanılmaması için sınıflarıyla sosyal kontrat yaptı. Ayrıca matematikçilerin yoğunlukla kullandığını iddia ettiği “Açıkça görülüyor ki” ya da “Kolayca anlaşılabileceği gibi” benzeri, öğrencileri anlamadıkları problemler için kötü hissettirecek söylemlerden kaçınmaya başladı.

Herkes parmak kaldırabilir:

Değişim sürecinde dikkat ettiği noktalardan biri de hep aynı öğrencilerin söz almak istediği oldu. Bu yüzden hiçbir zaman ilk sözü ilk parmak kaldıran kişiye vermemeye başladı. Önce öğrencilerin söz almak istemesi için bekledi ve ilk sözü son parmak kaldırana vermeye başladı. Böyle öğrenciler, hepsinin konuşma hakkı olduğunu anladı. Birkaç kişinin konuştuğu sınıflar, dönem sonunda herkesin söz aldığı yerlere dönüştü.

“Derse benliğini getirmek”:

Birçok öğrencinin benliğini, kendi hikâyesini derslere getirmediğini gözlemledi Federico. Sınıfta müzik çalarken onları öğrencilerin seçmesini istedi, hacim optimizasyonu anlatırken öğrencilere evden yemek kutuları, şişeleri, konserveleri getirmelerini söyledi, böylece kültürleriyle ilgili bir sohbet başlamış oldu. Matematik, birbirlerini keşfetmeleri için bir araç oldu bu sayede.

Başka kültürlerle etkileşim:

Kolombiya’daki bir üniversiteyle iş birliği yaparak onlarla ortak dersler tasarladı. İki sınıfı çevrim içi olarak birbirine bağladı. Yurt dışıyla iş birliği yapmanın öğrenme ortamlarını pekiştirdiğini gördü.

İyi not almanın başka yolu:

Federico, tasarladığı açık uçlu değerlendirme sistemiyle sınavlarda kötü not alan çocukların çok gelişim gösterdiğini gördü. Bu sayede matematikle kişisel bir bağlarının gelişmesi de mümkün oldu. Örneğin Meksika kökenli bir öğrenci, atalarının matematiği nasıl kullandığını merak ederek bunu araştırdı. Chichén Itzá’daki tapınağın matematikle nasıl tasarlandığını keşfetti ve Federico, çıkan sonucun öğrencinin sınavlarda gösterdiği başarının çok üstünde olduğunu gördü. 

İnsanları özgür bırakmak:

Azınlık bir gruba mensup öğrenciniz, kendi kimliğini sınıf içinde konuşmayı tercih etmiyorsa, onun bu sınırına saygı duymaktan başka bir şey gelmez elimizden. Bazı öğrenciler ödevlerinde benliklerini anlatmayı sevmezler örneğin, ancak Federico’nun yemek kutuları örneğinde olduğu gibi kültürü derse entegre etmenin farklı yolları keşfedilebilir.

Olduğun gibi görülmek ve kabul edilmek, öğrencilerin motivasyonlarını arttırıyor ve onları alanlarında kalmaya teşvik ediyor. Kolombiya’daki üniversiteyle yaptıkları iş birliğinin ardından Federico Ardila-Mantilla’nın 21 öğrencisinden 20’si matematik alanında çalışmaya devam etti. Çünkü o, öğrencilerini hiçbir zaman rahatsız hissedecekleri biçimde açık olmaya teşvik ya da bunu talep etmedi. Yalnızca kendi kültürünü ve benliği keşfetmek için matematiği bir araç olarak kullanmak isteyen herkese kapısı ve zihni açıktı. Öğrencileri açan da zaten buna teşvik edilmek değil, paylaşmak istedikleri takdirde alanlarının olduğunu bilmekti. Gerek dille, gerek sınıf politikalarıyla, gerek etkinliklerle… 

Tıpkı Sabahat Sezin’in dediği gibi, “Her çocuğun yetenekli olduğu bir alan muhakkak vardır.” Dersleri kötü olan bir öğrenci, kendi deneyimlerini dersine katmaya açık bir matematik profesörü olabilir, bir sürü öğrencinin hayatına dokunabilir, onlara başkalarının eksik gördüğü taraflarının harika olduğunu gösterebilir. Önemli olan farklı ihtiyaçları olan öğrencileri görüp, onlar için elimizden gelen her şeyi yapabilmek. Hem de bunu yapmak için fazla vaktimiz yok – Öğrenciler bu tutumla üniversiteye geçmeden önce; lisede, hatta ilkokulda tanışmalı. Çünkü hepimizin farklılıklardan öğrenecek çok şeyi var.

Kaynak: https://www.theatlantic.com/education/archive/2021/09/bias-math-sexism-racism/620207/

1


YORUM YAZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


© 2021 Eğitim ve Ötesi