Başarılı ve anlamlı bir hayat yaşamak kariyer yapmaktan mı geçiyor yoksa hayattan zevk almayı bilmekten mi?
Geçtiğimiz günlerde NY Times’da çıkan bir yazı, tüm anne babaların ve eğitmenlerin ilgisini hak ediyordu. “Olağan” ve “olağanüstü” kavramları ile “başarı” tanımını tartışmaya açan makale, günümüzde her ebeveynin içten içe kendi çocuğunun olağanüstü yeteneklere sahip olduğuna inandığını ve ondan olağanüstü başarılar beklediğini belirterek artık kimsenin sıradan dürüst bir birey yetiştirmekle tatmin olmadığını ileri sürüyor.
Başarı tanımı çok para kazanmak veya çok ünlü olmak gibi dar kalıplar içinde kaldıkça birçok önemli özellik değersizleştiriliyor ve bir hayatı anlamlı kılan birçok davranış es geçiliyor. Yazıda özetle şöyle deniyor: “ İçinde yaşadığımız Darwinci rekabet ortamında, birer ölümlü olduğumuzu da hatırlayarak çok inanılmaz bir şeye imza atmadıkça hayatımızın manasızlaşıcağını, değersiz, önemsiz bir hayat yaşamış olacağımızı düşünüyoruz. Bu bizi gerçekleri yadsımaya, bizim için elbette çok özel olan çocuğumuzun herkes için de özel olacağına, adından söz ettireceğine inanmaya itiyor. Günümüzde birçok anne baba, iyi bir okula gitmek, iyi bir üniversiteyi kazanmak veya gözde şirketlerden birine girmek için normal başarılı biri olmanın yetmeyeceğinden endişe duyuyor. Çocuklarının akademik başarının yanına sanatsal veya sportif alanda da büyük başarılar eklemesi gerektiğine inanıyor. Halbuki birçok insan bazı alanlarda yetenekli bazılarında ise standart yeteneklere sahip. Arada birkaç “olağanüstü yetenekli” çocuğun çıkması tüm liselilerin öyle olması gerektiği anlamına gelmiyor. Ailelerin beklentisi arttıkça çocuklar üzerindeki baskı da artıyor. Başarının ve olağanüstü olmanın tanımı çok para kazanmak, kariyer yapmak veya çok ünlü olmaktan geçtiğinde normal, olağan bir hayat, manasız bir hayatla eşdeğer sayılıyor.
Halbuki bu başarı kavramı için çok dar bir tanım. Duyarlı, bütünlüklü bir hayat yaşamış olmak da aslında büyük bir başarıdır. Başarı sadece başkalarının takdiri ve beğenisini kazanmak değildir. Önemli olan başkalarının hayatına dokunabilmiş, olmak, hayattan zevk alabilmiş olmaktır.
“The Gift of an Ordinary Day” (Grand Central Publishing, 2009) adlı kitabın yazarı Katrina Kenison “Bir anne olarak görevim, oğlumu en iyi koleje sokmak değil, sıradan bir hayatın tadını çıkarmayı öğretmek. Sıcak bir günde denize atlamak, bir arkadaşla yürüyüşe çıkmak, yoktan bir akşam yemeği var etmenin kıymetini öğretmek.”
Tabii bu hayatta hedefsiz ve amaçsız olmak anlamına gelmiyor. Sadece hayallerinizi, başkalarının takdirini kazanmak için değil sizin için önemli oldukları için gerçekleştirin deniyor. Massachusetts Wellesley Lisesi İngilizce öğretmeni David McCullough Jr. yeni mezunlara şöyle sesleniyor: ’Zirveye kendi bayrağınızı dikmek için değil kendinizi sınamak, manzarayı seyretmek, havayı koklamak için tırmanın’.
Yazının İngilizce olarak tamamını okumak için:
http://www.nytimes.com/2012/06/30/your-money/redefining-success-and-celebrating-the-unremarkable.html?pagewanted=1&_r=1