Özel Sezin Lisesi Sürdürülebilir Yaşam ve Çevre Kulübü öğrencileriyle 16. İstanbul Bienali’ndeydik. Eserleri inceledikten sonra bizde uyandırdıkları duygular, insanın çevre ile ilişkisi ve insan olmayanlarla etkileşimi üzerine konuştuk.
Antroposen çağından merhaba. Canlı-makine, kültür-doğa, doğal-yapay zeka arasındaki sınırın giderek geçirgenleştiği bu çağ, “Yedinci Kıta” başlığı altında düzenlenen 16. İstanbul Bienali’nin merkezinde yer alıyor. Pasifik Okyanusu’nun ortasındaki 3.4 milyon kilometrekare genişliğindeki devasa atık yığını “Yedinci Kıta”, insan merkezli antroposen çağının en çarpıcı sonuçlarından. Bu çağda dünya insan üretimi bir mekâna dönüşüyor, gezegenimizin el değmemiş köşeleri gün geçtikçe azalıyor.
Bienalde yer alan farklı disiplinlerden sanatçılar, eserleri aracılığıyla insanın dünya üzerinde bıraktığı izlere odaklanırken sanatın ekolojik sorunlar karşısında güncel durumunu yansıtıyorlar. Biz de Özel Sezin Lisesi Sürdürülebilir Yaşam ve Çevre Kulübü öğrencileri Ada Bozdağ, Songül Naz Toptaş, Azra Ağaoğlu, Bora Turgut ve Umut Deniz Özyurt ile bienali gezdik, eserleri inceledik ve ardından bizde uyandırdıkları duygu ve düşünceler üzerine sohbet ettik.
(Bu röportajı yaptığımız günlerde kulüp öğrencileri okulda önemli bir yeniliği hayata geçirmek için çalışıyorlardı. Hedefleri, su sebillerinde yer alan plastik bardakların kullanımını öncelikle kademeli olarak azaltmak ve uzun vadede tamamen sonlandırmak.)
Bienali gezdikten sonra ne hissettin? Umut mu? Korku mu? Yoksa geleceğe dair heyecan ve merak mı?
Songül Naz: Açıkçası bienali gezmeden önce de içimde korku vardı. Korkunun hissedilmesi gerektiğini düşünüyorum, böylece bir şeyler yapmak için harekete geçebiliriz. Bienalde aynı zamanda mutlu oldum çünkü bu kadar çok sayıda sanatçının bu konu üzerine çalışması ve farkındalık yaratması hoşuma gitti. O açıdan umutlandım diyebilirim.
Ada: Ben daha kötü ve umutsuz hissettim çünkü eserleri inceledikçe insanın para ve kendi çıkarları doğrultusunda doğayı katletmeye devam edeceğine emin oldum. Bu artık meşru görülüyor.
Azra: Benim de karamsarlığa kapılmama sebep oldu diyebilirim. Verdiğimiz zarar böyle çarpıcı bir şekilde göz önüne serildiği için korktum ancak acilen harekete geçmemiz gerektiğini bir kez daha anladım. Çok kötü duruma düşmek insanı tetikliyor.
Bora: Ne karamsar ne de umutlu hissettim. Bienal, öncesinde farkında olmadığım şeyleri bana katabildi ve bunu sanat yoluyla yaparak ekolojik meseleler üzerine daha fazla düşünmemi sağladı. Örneğin Mariechen Danz’a ait Fosilleşen Organlar adlı eserde insan organlarının modelleri 2455 adet tuğlanın üstüne basılmıştı ve sanatçı çevremizdeki her şeyin insan kaynaklı olduğunu göstermeye çalışıyordu. Bunun bir iyi bir de kötü yanı var; sanatçının sorunlar da çözümler de biziz demeye çalıştığını düşünüyorum. Mesele siyah beyaz değil.
Umut: Bienalin kalabalık oluşu ve bu yönde yapılan eserlerin çokluğu açısından umutlu ama aynı zamanda kötümser hissettim. Zaten bienalin amacı bu karamsarlığı vermekti bence. Bütün eserler insanın nelere sebep olduğunu yüzümüze vuruyor, adeta bizi ayıplıyordu.
Korkunun hissedilmesi gerektiğini düşünüyorum, böylece bir şeyler yapmak için harekete geçebiliriz.
Senin için bienaldeki en çarpıcı eser hangisiydi?
Songül Naz: Beni en çok etkileyen eser Feral Atlas Collective (Yabanıl Atlas Kolektifi) topluluğundan Russell Ngadiyali Ashley’e ait Habis Kurbağa oldu. Eserdeki goana kertenkeleleri eskiden Avustralyalı yerliler olan Yolngu halkı tarafından avlanıyormuş. Sonrasında Avrupalılar kıtaya ayak bastıklarında baston kurbağa adını taktıkları bu kertenkeleleri öldürmüşler ve goanaların soyu tükenmiş. Burada biz “gelişmiş” insan türünün ne kadar soğukkanlı bir canlı olduğunu ve türlere nasıl acımasız davrandığını görüyoruz.
Azra: Claudia Martinez Garay’a ait Yaratıcı adlı eser beni çok etkiledi. Bir toprak yığınının etrafında çeşitli materyallerden bir sürü eşya vardı ve her şey bölük pörçüktü, iç içe geçmişti. Bence sonumuzu gösteriyordu; herkesin, her şeyin parçalanmış ve toparlanamayacak halde olduğu… İnsanın içinde korku uyandırıyordu.
Umut: Suzanne Triester’e ait Bahçıvan HFT bence oldukça çarpıcı bir eserdi. Sanatçı Financial Times 500 listesinde yer alan dev şirketleri farklı psikoaktif bitkilerle eşleştirmişti. Eser mesajı doğrudan vermediği için üzerine düşünmeniz gerekiyordu. Bu açıdan beni çok etkiledi. Birazcık kafa yorduğunuz zaman bu şirketlerin neden dünyanın en değerli 500 şirketi arasında olduğunu anlayabiliyor ve doğayla nasıl zıt düştüklerini görebiliyordunuz.
Ada: Ben de aynı eseri söyleyeceğim ama beni asıl etkileyen bitkilerin çeşitliliğini görmek oldu. Onları inceledikçe yavaş yavaş yok olacaklarını düşünüp umutsuzluğa kapıldım.
Bora: Kuzey Buz Denizi’nin dibindeki gürültü kirliliğini ele alan eser aklımda yer etti. Feral Atlas Collective’e ait bu eserde denizin altında kaydedilen sesleri dinliyordunuz. Günlük hayatımızda gürültü kirliliğine sık sık maruz kalıyoruz ama ben suyun altındaki seslerin farkında değildim ve kayıtları dinleyince rahatsız oldum. Olaya bir balığın gözünden bakınca yakınından geçen gemilerin onu ne kadar rahatsız ettiğini fark ettim. Açıkçası bu bir sorundu ama ben bunu daha önce görmemiştim. Balığın bu sesler yüzünden sağır kalma ihtimali beni çok etkiledi.
Açıkçası bu bir sorundu ama ben bunu daha önce görmemiştim.
Son olarak, günlük hayatında sürdürülebilirlik adına bireysel olarak neler yapıyorsun?
Songül Naz: Elimden geldiğince plastik kullanmamaya çalışıyorum. Starbucks’a veya başka kahvecilere gittiğinizde kendi termosunuzu verirseniz içeceğinizi onda yapabiliyorlar. Bu küçük şeylere dikkat edersek herkes için eşit şartlar sunabiliriz.
Ada: Ben su tüketimi konusunda oldukça hassasım, bu nedenle gerekmediği sürece su kullanmamaya çalışıyorum.
Azra: Geri dönüştürülebilir materyalleri ayırıyor ve plastik kullanmamaya özen gösteriyorum. Mataram hep yanımda.
Bora: Çöpümü genellikle ayrıştırmaya çalışırım. Ayrıca ailecek alışveriş poşetlerini biriktiriyor ve sonrasında çöp poşeti olarak kullanıyoruz.
Umut: Su alacağım zaman mutlaka cam şişe tercih ediyorum ve plastik ürünleri atık toplama noktalarına bırakıyorum. Karbon ayak izimi minimuma indirmeye, evde de bunu hissettirmeye çalışıyorum çünkü bu iş böyle devam etmeyecek. Bir noktada dünya sebep olduğumuz ağırlığa dayanamayacak, resmen üstümüze yıkılacak. İşte o zaman gelmeden önce gerek aileme gerekse çevreme bu farkındalığı kazandırmaya çalışıyorum. Şu ana kadar başarılı olduğumu düşünüyorum.
Bir noktada dünya sebep olduğumuz ağırlığa dayanamayacak, resmen üstümüze yıkılacak.