Eğitim ve yaratıcılık konusunda dünyadaki sayılı kanaat önderlerinden biri olan Sir Ken Robinson, eğitim sisteminin öğrenciyi entelektüel, duygusal, düşünsel ve fiziksel olarak bir bütün halinde ele alması gerektiğini belirtiyor.
“Eğitim öğrenciyi bir bütün olarak ele almalıdır: entelektüel, duygusal, düşünsel ve fiziksel olarak.”
Sir Ken Robinson eğitim ve yaratıcılık konusunda dünyadaki sayılı kanaat önderlerinden biri. Avrupa, Asya ve ABD’de hükümetlerle eğitim sistemleri üzerine çalışıyor. TED Konferansı’nda yaptığı konuşmanın videosu 25 milyon kez izlendi. 2009 tarihli kitabı “The Element: How Finding Your Passion Changes Everything” (“Öz : Yeteneğin Kişisel Tutkuyla Buluştuğu Nokta: / Doğan Kitap) en iyi satan kitaplar arasında. Kendisiyle yapılan bir röportajdan kesitler aldık.
Başarının anahtarının “yapmayı sevdiğimiz şeylerlerle yetenekli olduğumuz şeyleri buluşturmak” olduğunu söylüyorsunuz. Ama örnekleriniz hep sanatçılar ve girişimciler. Örnekleriniz arasında tesisatçılar veya supermarket kasiyerleri yer almıyor.
Öz, yeteneğin, tutkuyla buluştuğu yerdir. Hepimizin kendine özgü yetenekleri ve tutkuları var. Doğru, sanatçılar ve girişimcilerin örneklerini veriyorum. Ama bilim insanları, ahçılar, kamu çalışanları, temizilk görevlileri hakkında da konuşuyorum. Herkese eşit derecede çekici gelen roller ve aktiviteler yoktur. Birinin ilginç bulduğunu bir diğeri sıkıcı bulabilir. Kendi özünü bulmak, kendin için en iyi olanı bulmaktır. Kendini bulmaktır.
Diyorsunuz ki bir çocuk, hayattaki amacını mümkün olduğu kadar erken bulmalıdır. Okul buna nasıl yardımcı olabilir?
Kendi özünüzü sadece gençlikte değil, her yaşta bulabilirsiniz. Ve hayatta tek bir özünüz olacak diye de birşey yok. Tutkularımızın ve yeteneklerimizin biz olgunlaştıkça gelişmesi, kendimizi ve etrafımızı zamanla daha iyi tanımamız oldukça normal. Örgün eğitim genellikle bunu engeller, çünkü “yetenek” kavramının oldukça dar bir anlamına odaklanmıştır ve kişisel merakların keşfedilmesini cesaretlendirmez. Okullar, çocuklara ilk yıllarda daha geniş bir müfredat sunarak yardımcı olabilirler. Böylece çocuklar ileride, yetenekli oldukları ilgi alanlarına göre uzmanlaşabilirler.
Temel eğitime geri dönmenin bir manası yok. Peki öğrencilerin büyük bir kesimi temel konuları bilmezse ne olacak?
Temel eğitim denince insanlar doğrudan matematik ve okuma –yazmayı düşünüyor. Ben çocuklar bunları öğrenmesin demiyorum. Bence öğrenmeliler. Okulla ve eğitimle ilgili angaje çocuklar zaten öğreniyor. Ama ben öğretmek ve öğrenmek konusunda daha yaratıcı yaklaşımlar olması gerektiğine inanıyorum. Temel eğitim bundan daha fazlasıdır. Eğitimin amacı ekonomik, kültürel, sosyal ve kişiseldir. Bu amaçlara ulaşabilmek için okulların daha kapsamlı ve dengeli bir yaklaşıma ihtiyacı vardır. Bu yaklaşım da sadece matematik ve okuma- yazmayı değil sanatı, bilimi, uygarlık tarihini ve beden eğitimini kapsamalıdır. Bu kitabım “Öz”ün en temel çıkarımlarından biridir.
Okulun, “kalp, vücut, duyular ve aklın büyük bir kısmını” kenara attığını söylüyorsunuz. Bunları nasıl geri alabiliriz?
Eğitimde üç temel süreç vardır: Müfredat: yani öğrencilerin öğrenmesi gerekenler. Öğretmek: yani çocukların müfredatı öğrenmesine yardım etmek. Ödevler: Yani çocukların öğrendiğini değerlendirmek. Mevcut eğitim formları çok dar bir akademik yetenek anlayışına dayanıyor. Sınırlı bir müfredat, sınırlı bir öğretme yaklaşımı, ham sayılar ve notların hakimiyetindeki, kişisel farklılıkları gözönüne almayan ödevler. Eğitim öğrenciyi bir bütün olarak ele almalıdır: entelektüel, duygusal, düşünsel ve fiziksel olarak. Bunu pratikte gerçekleştirmek için müfredatı, öğrenmeyi ve ödevleri değiştirmeliyiz.
“Tamamen yanlış yönde gidiyoruz. Meslekler ve rekabet okul sistemlerinin bastırdığı özellikleri gerektiriyor.” Bu cümlenizi biraz açar mısınız?
Eğitimin bir amacı da ekonomiktir. Sorunlardan biri de günümüz eğitim sistemlerinin tarihi geçmiş bir ekonomi ve iş idaresi yaklaşımına sahip olması. 2010 yılında IBM bir araştırma yayınladı (Capitalising on Complexity). 33 endüstriyi temsil eden, 60 ülkeden, 1500 CEO ile yapılan kişisel görüşmeler sonucunda şu veriler ortaya çıktı. Rapora göre şirketlerin en fazla ihtiyaç duydukları şeyler; a) Değişime adapte olmak b) Bir inovasyon kültürü geliştirmek. Bunlar için yaratıcı düşünen, yeni fırsatları hızla değerlendiren ve grup halinde çalışabilen yöneticilere ihtiyaç duyuluyor. Eğitim öğrencileri iş hayatının gereklilikleri için yetiştirmiyor. Tam tersine yaratıcılığı ezerek, razı olmayı, uyumlu olmayı övüyor.
Arkadaşların etkisi artık anne babaların etkisinden daha güçlü. Sosyal medya ve “like” etme kültürü bunu daha da güçlendiriyor.
Evet, genç insanlar, ailelerinden çok arkadaşlarından etkileniyorlar. Bunun iyi ve kötü yanları olabilir. Şunu unutmamak gerekir ki her arkadaş etkisi kötü, her aile etkisi iyi olacak diye birşey yoktur.
Önemli olan çocukların eleştirel düşünce ve yargılama becerilerini geliştirmelerine yardımcı olmaktır. Kendine ait bir kimlik duygusu, direnç ve amacı olan çocuk, kendisi için doğru kararları verebilir. Önemli olan onların kişisel beceri ve tutkularını keşfetmelerini, özlerini bulmalarını sağlamaktır.
Diyorsunuz ki, okullar fast food modeli yerine, Michelin modelini benimsemeliler. Ancak Michelin restoranları çok pahalı.
Yiyecek içecek endüstrisinin mitlerinden biri de fast food’un ucuz, kaliteli yemeğin pahalı olduğu konusundadır. Burgerler, müşteri için ucuz olabilirler. Ama bunun economiye ve sosyal hayatımıza olan etkisi de ölçülmelidir. Endüstriyel yemek üretiminin doğaya ve sağlığa zararı inanılmaz boyuttadır. Tüm o diyabet, kalp hastalıkları ve obesite tedavilerini düşünün. Bu harcamalar burgerin içinde sayılmıyor tabii. Kaliteli yemeğin içindekiler illa çok pahalı değildir ve sağlık açısından yararları çok daha fazladır.
Eğitim için de aynı mantık geçerli. Kitlesel eğitim sistemi birçok öğrenciyi yabancılaştırıyor ve kendilerini gerçekleştirmelerini engelliyor. Bu da maddi manevi boşa giden kaynaklar anlamına geliyor. Kaliteli eğitim ise çocukların gerçek becerilerini ve meraklarını ortaya çıkarıyor ve bu hepimiz için çok daha iyi bir yatırım.