Günümüzde okul öncesi eğitim kurumlarının programlarına baktığımızda birçok okul, okula hazırlık çalışmaları yerine neredeyse ilk sınıfların müfredatını yürütmekten, oyuna, çevreyi tanıtıcı etkinliklere zaman bulunamamakta. Oysa oyun, çocuğun gözlem yeteneğini, matematiksel düşünme becerisini, sosyal ve duygusal ilişkilerini geliştirici ve düzenleyici en önemli araçlardan birisidir.
Halide Karaarslan / Uzman Pedagog – Özel Sezin Okulu Etkinlik Koordinatörü
Toplumumuzda ve geleneklerimizde oyun, çocukluk döneminin vazgeçilmezleri arasında ilk sırada gelir. Biz büyükler ise, 0 – 6 yaş döneminin insan yaşamının öğrenmeye en açık olduğu çok kıymetli bir dönem olduğu düşüncesinden hareketle öğrenme faaliyetinin de büyük bir hız kazanması gerektiğine inandık. Bu inançla da sanki “bilgi” bir yere kaçacakmış gibi her gün biraz daha yoğun ve yıldırıcı öğrenme ve öğretme faaliyetleri ile uğraştık. Hazır olup olmadıklarına, bireysel özelliklerine, yetenek ve becerilerine bakmaksızın henüz okul öncesi dönemde ve doğal olarak oyun çağındaki çocuklarımızı bir şeye ve bir yere yetiştiriyormuşçasına okuma yazma, sayı sembollerini çizme, tanıma vb. konularında zorlayıp durduk ve hâlâ da devam ediyoruz. Üstelik bu öğrenme ve öğretme faaliyetlerinde uygulanan yöntemler de çoğu kez çocuğu anlamaktan ve tanımaktan uzak olduğu halde…
Öğretmeye kendimizi bu kadar çok kaptırmışken herhalde bir yerlerde suçluluk duymuş olmalıyız ki şöyle kuramlar geliştirmeye başladık. “Çocuklarımızın hayal dünyalarını geliştiriyoruz.” Ama bunu söylerken de onları bu kez bilgisayar dünyasına hapsettik. Gerçekten de bilgisayar, sınırları çok geniş bir alan, büyük bir deniz. Ama içindeki balıklar canlı değil, üzerinde mis kokulu çiçekler bulmak neredeyse imkânsız… Gördüğünüz her şey sadece ve sadece görmekle sınırlı. Göze ve kulağa hitap etse de çiçeklerin kokusunu, bir kedinin tüylerinin yumuşaklığını ve mırıltısını duymanız da hissetmeniz de mümkün değil. Bilgisayar oyunlarının da geliştirici ve keyifli yanları olduğunu göz ardı etmemekle beraber geleneksel çocuk oyunlarının gelişime, öğrenmeye, sosyal ve duygusal yaşama etkilerini ele almakta fayda var.
Geleneksel Oyunların Dikkat, Yoğunlaşma ve Sosyalleşme Üzerine Etkileri
Çocukluğumuzun en keyifli oyunlarından olan “Sek sek” bugün bile çocukların açık alanlarda oynadıkları oyunların en çok sevilenlerinden birisi olmaya devam ediyor. Sek sek oynarken sayı sembollerini gören, aklında tutan, takip eden, tanımaya uğraşan çocuk, oyun sırasında fiziksel denge ve motor beceriler konusunda da büyük adımlar atmakta, farkında olmadan becerilerini geliştirmekte, hem de bu egzersizleri not kaygısı olmadan yapmaktadır.
Yine yıllar öncesinde her okul bahçesinde, her sokak arasında gördüğümüz “Yağ satarım, bal satarım” oyununda belli bir süre tüm dikkatini her an arkasına saklanıp koşmaya başlayacak olan ebeye yönelten çocuk aslında müthiş bir dikkat çalışması yapmaktadır. Ve bu süre zarfında hiçbir uyarıya gerek olmadan dikkatini tümüyle oyuna vermesi, oyunun; sosyal, fiziksel ve bilişsel anlamda ne kadar destekleyici ve geliştirici olduğunu kanıtlayan örneklerden sadece birisidir. Örnekleri çoğaltabiliriz. “Aç kapıyı bezirgân başı” oyununu hepimiz çocukluğumuzda oynadık. Ezgisi hâlâ kulağımızda olan bu oyunu anımsadığınızda sıraya girmiş, iki kişinin kollarıyla yaptığı köprünün altından geçen çocuklar hemen gözünüzün önüne gelir. Sıra kavramını en iyi ve en dolaysız yoldan belleten oyunlardan birisidir bu… Kimse kimseyi itip kakmaz, hırpalamaz her şey yolunda ve uyum içinde keyifle gider.
Köşe kapmaca, saklambaç oynayan çocukları izlerken saklanan arkadaşının yerini beş duyusunu kullanarak bulmaya çalışan ebe çocuk, ebenin kendisini bulmaması ve tam zamanında yerinden çıkıp “sobe” diye bağırabilmek için tüm dikkatini oyuna vermiş çocukları getirelim gözümüzün önüne… Dikkat, yoğunlaşma, sosyal ortam, duygusal paylaşım ve iletişim, kaba ve ince motor gelişimi ile ilgili her şeyi bulabileceğimiz oyun ortamlarının çocuklarımıza kazandırdıkları yadsınamaz.
Günümüzde okul öncesi eğitim kurumlarında çocukların ihtiyaçlarından çok velilerin isteklerine yönelik çalışmalar yapıldığı hepimizin bildiği bir gerçek. Ancak okul öncesi eğitim veren kurumların yöneticileri ve uzmanlar “veli böyle istedi” ya da “falan okul yaptı ben geri kalmayayım” mantığından kurtulmalıdır. Gerçekten çocuğu tanıyarak severek ve yaptıkları işin ciddiyetini bilerek velilerine çocuğun gerçek ihtiyacını ve onu asıl geliştirecek olan şeyin ne olduğunu anlatma konusunda istekli, samimi ve bilgili olurlarsa veli de kuruma ve uzmana daha çok güvenecektir. Bu durumda da kazanan hem çocuklarımız hem de bizler olacağız.